Doç. Dr. Muhsin Elmas, sıtma hastalığının kökeninin neredeyse insanlık tarihi kadar eski olduğunu belirtti. İlk sıtma kayıtlarına M.Ö. 2700 yılında Çin'de rastlandığını ve hatta bazı araştırmacıların sıtmanın Roma İmparatorluğu'nun düşüşüne neden olabileceğini düşündüğünü ifade etti. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, 2017'de dünya genelinde 219 milyon sıtma vakası olduğunu paylaştı.
Sıtma hastalığının sebebini Plasmodium falciparum adlı tek hücreli bir organizma olduğunu ve bu hastalığın Anopheles maculopensis adlı bir sivrisineğin dişisinin sokmasıyla bulaştığını açıkladı. Sıtmanın kan yoluyla bulaşan bir hastalık olduğunu, karaciğere yerleşerek çoğaldığını ve alyuvarlara zarar vererek kansızlık ve ateşe yol açtığını belirtti. Ancak günümüzde sıtmanın ilaçlarla tedavi edilebildiğini ekledi.
Elmas, sıtma hastalığının yaşam döngüsünün bir bölümünü sivrisinekte, diğer bölümünü ise omurgalılarda geçirdiğini ve en ağır sıtma türü olduğunu vurguladı. Özellikle İran ve Hindistan bölgeleri, özellikle İndus Irmağı etrafında endemik olduğunu ve bu bölgelerden yapılan uçak seferleriyle Avrupa'ya taşındığını belirtti.
Doç. Dr. Elmas, Plasmodium falciparum'un zaman içinde genomunun değiştiğini ve bu değişikliklerin daha iyi adapte olmasını sağladığını açıkladı. COVID-19 virüsünün zaman içinde mutasyonlar sonucu daha az hasar verici bir yapıya dönüştüğüne benzer şekilde, sıtma paraziti de çevresel değişikliklere uyum sağlamak amacıyla genomik varyantlar geliştirdiğini söyledi. Bu tür değişimlerin, canlıların adaptasyonu için gerekliliğini vurguladı.
Elmas, insan vücudunun da sıtma hastalığına karşı adapte olduğunu belirtti. Özellikle vücudun eritrositlerinin, Plasmodium falciparum'dan korunmak için normalde yuvarlak olan şekillerini orak şekline dönüştürdüğünü açıkladı. Bu şekil değişikliği sayesinde parazitin alyuvarlara giremediğini ve bu şekilde hastalığın yayılmasının önüne geçildiğini ifade etti. Alyuvarları kodlayan genlerde meydana gelen mutasyonların ise orak hücreli anemi hastalığına yol açarak sıtmadan korunmayı sağladığını açıkladı. Bu şekilde, insan DNA'sının, daha uzun süre yaşamını sürdürmek için daha az kötü bir durumu tercih ettiğini sözlerine ekledi.